Umberto Eco, entellektüelliğin tanımı kendisi ile yapılan bir söyleşide ;
“ Eğer entellektüelden kastınız, elleriyle değil de sadece kafasıyla çalışan kişiyse, bankanın veznedarı entellektüel, Michelangelo ise entellektüel değildir. Hele bugün, bilgisayar sayesinde herkes entellektüel. İşte bu nedenle entellektüelliğin kişinin mesleğiyle veya sosyal statüsüyle bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Bana göre entellektüel, yaratıcı bir biçimde yeni bilgi üreten kişidir. Yeni bir aşılama yöntemiyle elma ağacını daha verimli hale getirebileceğini anlayan köylü, benim için bir entellektüeldir. Öte yandan, ömrü boyunca Heidegger hakkında aynı dersi anlatıp durması bir profesörü entellektüel yapmaya yetmez. Eleştirel yaratıcılık yani, yaptığını eleştirebilmek ve daha iyi yapmanın yollarını keşfetmek, entellektüel işlevin tek işaretidir. "
olarak yapıyor.
Teknolojinin hızına yetişmekte zorlandığımız bugünlerde, artık her yerde Dijital Dönüşüm ve Endüstri 4.0 logolu tanıtım, seminer ve eğitim programları ile karşılaşıyoruz. Robotlar, endüstrileşme süreci içinde her gün kendini farklı bir alanda gösteriyor. Yapılan araştırmalara göre 2030 yılında, basit cerrahi operasyonların (apandisit ameliyatı gibi), doktorlar yerine tıbbi alanda uzmanlaşmış robotlar tarafından yapılacağı dile getiriliyor.
Peki böyle bir ortamda varolmak ve bu sürece katkıda bulunup fayda yaratmak adına kendimize dönüp baktığımızda nelerin farkına varıyoruz?
Zorlukların ve engellerin üstesinden gelmeye ne kadar cesaretimiz var? Cesur olmanın tanımını nasıl yapıyoruz?
Yaratım süreci içinde Üretici olabilmeyi ne kadar gerçekleştirebiliyoruz?
Bu deneyimi yaşatmak adına kendimize ne kadar şans tanıyoruz?
Yüzlerce belki binlerce kere başarısız olup ama yılmadan başarana kadar denemeye, hayalimizin peşinden koşmaya ne kadar fırsat veriyoruz?
Yaptığımızı eleştirmeye, yaptığımızın eleştirilmesine ve daha iyi yapmanın yollarını keşfetmeye ne kadar yakınız? Bize ne kadar tanıdık geliyor? Yakınlığımızı ölçmek istesek, 1-10 arasındaki bir skalaya göre kaç veririz?
Ben yaşadığım dünyada bardağın dolu tarafını görenlerdenim. Bardağın dolu tarafını görmeyi tercih edenlerdenim. Bu görme yeteneğine yaptığım yatırım sayesinde, şu an’ki Zuhal’e (kendime) ulaştım ve bundan dolayıda çooook mutluyum 😊. Beni zorlayan, öfkelendiren, üzen, her kişiye ve yaşadığım her deneyime özel teşekkürlerimi sunuyorum. Minnettarım...
Evrim Kuran, son kitabı “ Z Bir Kuşağı Anlamak "‘da umudu çok güzel dile getiriyor ;
“ Umut eylemlilik halidir; umut yumruklarını sıkmak, umut ayağa kalkmak, umut daha yaşanır bir dünyaya “yaparak" inanmaktır. Gençlerimizin umuda ihtiyacı var.
Taşıma suyla değirmen döndürsek de bu ülkede, tek bir öğretmen küçük bir ortaokulun havalandırma boşluğuna bir “öykü bahçesi" konduruyorsa, Ege’de şatafattan uzak bir dağ başında kurulan matematik, felsefe ve sanat köylerinde her yıl on bin çocuk ve genç öğreniyor, öğretiyor ve düşünüyorsa, bir belediye başkanı, belediyesinin kar ettiğini beyan edip gelir-gider tablosunu belediye binasına asabiliyor, dahası ilindeki çiftçilerle gerçekleştirdiği kolektif üretimle Türkiye’ye organik ürünler sunuyor ve dayanışmayla başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyorsa, sokak hayvanlarının sizden kaçmadığı bir semtin çarşısından geçerken yüzünüz gülüyorsa, vasatlıktan çatlamamıza ramak kaldığı halde şiire, öyküye, çizgiye dergiler yapılıyorsa, umut vardır gençler. O umudu tutacağız ve uzatacağız elden ele. "