Bir süredir mutluluğu gerçekten hisseden insanların neyi paylaştıklarını gözlemliyorum. Bu gözlemlerim sırasında çok ilginç şeyler farkediyorum. Örneğin mutluluktan korktuğumuzu görüyorum. Mutlu olmamıza izin verirsek, bir şeyin gelip onu bizden almasından ve acı, travma ve kayıp tarafından beklenmedik bir şekilde yumruk yemekten çok korkuyoruz. O yüzden de aslında güzel şeylerin ortasında trajedinin provasını yapıyoruz. Olağanüstü anları yakalamaya odaklanıp basit olanları gözden kaçırıyoruz. Ve ancak sıradan olarak nitelendirdiğimiz şeyler elimizden alındığında değerini anlıyoruz.
Carmina Burana dünya çapında bilinen en ünlü oratoryolardan biridir. Çok geniş bir orkestra, büyük bir koro, çocuk korosu ve solist olarak soprano, tenor ve baritonları içerir ve 25 bölümden oluşur. Bu kadar ünlü ve duyduğumuz anda hemen adını söyleyebildiğimiz bu eserin temelinde sadece 4 nota vardır. 4 nota o kadar muhteşem bir ses çeşitliliğinde dile getirilir ki sanki biz eserin sayfalar dolusu notalardan oluştuğunu sanırız.
Sadeliğin ve basitliğin en yüksek gelişmişlik düzeyi olduğunu dile getiren Leonardo Da’Vinci’nin eserlerindeki her detay da aslında, hayata, dünyaya, evrene ve doğaya ait çok temel noktaları dikkate alır ve basitliğin ardındaki olağanüstülüğü muhteşem bir şekilde tüm insanlığa yansıtır. Mona Lisa’nın bir eşi benzeri yoktur. Aynen her birimizin olduğu gibi. Her insan eşi benzeri olmayan ve dünya üzerinden yer alan yagane varlıklardır.
O zaman tüm yaşam alanlarımızda basitlik ve sıradanlık olarak nitelendirdiğimiz şeyleri nasıl lezzetli ve tadından doyulmaz bir hale getirebiliriz?
Hepimiz sahip olduklarımızız. Görülmeye izin vermeyi çok istiyoruz. Sıradanlığımızı gönlümüzden geçtiği gibi yaşamayı hayal ediyoruz. O zaman sahip olduklarımıza minnettar olduğumuzu dile getirdiğimiz anları gözümüzün önünde canlandırabilir ve beynimize, hayatımızın her anında hatırlatma emrini verebiliriz.
Sırf şamata olsun diye hayatımızda en keyif aldığımız şeyleri aklımıza geldiği anda, etrafta bunu yaparsam bana ne derler diye düşünmeden, ortaya koyabiliriz. Bu hayat bize bir kere verildi ve her daim sahneye çıkma hakkımız var. Yeter ki seçim özgürlüğümüzü bu doğrultuda kullanmaya izin verebilelim.
Başarılı olmak bazen ilk önceliğimiz olmaz, sadece o anı gönlümüzce yaşamak isteriz. Cesaretle attığımız adım bizi yaşam sahnemizin ortasına çıkarıverir. Bir bakmışız ki sahnede aryalar söylüyoruz, çılgınca dans ediyoruz. Işte tam da o an’dır ; lezzetli yaşamın tadına bakmak.
Ya kendimi göstermiş olsaydım,
Ya seni seviyorum demiş olsaydım,
Ya yarışmış olsaydım,
KEŞKE.... demek yerine, çık ortaya, göster kendini, görünür ol, cesaretini ortaya koy !!!, sen buna değersin. Hepimiz buna değeriz.