Mevsim; Yaz,
Mekan; Ege sahillerinde bir yazlık,
Zaman; Bir Cumartesi akşamı
Ortam; Mangalın kokusu ve leziz mezelerin eşlik ettiği rakı sofrası
Katılımcılar; İçinde Baby-boomer, X, Y ve Z kuşağını barındıran toplam 7 kişiden oluşan sevimli bir aile, benim ailem 😊
Masa başı sohbetimizin konusu; Bir soru: “Yaşadığımız hayat ne kadar bize ait?"
“Bakmakla görmek arasındaki fark nedir?" diye sormuşlar Mevlana’ya...
Cevaplamış: “Senin baktığına herkes bakıyor; ya görebildiğini herkes görebiliyor mu? Aralarındaki tek fark sensin..."
Çokça bilinen ama üzerinde az düşündüğümüz konulardan biridir bakmak ve görmek arasındaki fark... Bir ressamın bizim baktığımız yöne bakarak göremediklerimizi çizmesi, bir fotoğrafçının her gün baktığımız bir yerin sıra dışı bir görüntüsünü yakalaması bizi hep şaşırtır. Çünkü her birimiz farklı açılardan bakıyor, farklı gözlerle görüyor ve farklı kameralardan deneyimliyoruz: YAŞAMI, KENDİMİZİ, ÇOCUĞUMUZU, ANNEMİZİ, BABAMIZI, EŞİMİZİ, DOSTUMUZU...
Önemli olan bu farklılığa yaşamlarımızda ne kadar alan açabildiğimiz; alan açmaya ne kadar izin verebilldiğimiz.
Dün gece masa başında konuşulanları düşündüğümde “Yaşadığımız hayat ne kadar bize ait?" sorusunun cevabını kendime böylelikle verebiliyorum.
Aldığımız eğitim bizi iyi çerçevelenmiş sorunları hemen çözmeye iter. Bir cebir testi karşımıza çözülebilir cebir problemleri çıkartır ve bir fizik testi de karşımıza çözülebilir fizik problemleri çıkartır. Gerçek dünyadaki sorunlarsa çok daha belirsizdir. Ortada çözülecek bir sorun olup olmadığı bile net olmayabilir. Bu net olsa bile problemin türünün ne olduğu açık olmayabilir, çözmek için gereken bilgi mevcut olmayabilir veya bazı durumlarda problem çözülebilir bile değildir. Ama biz çözmek için biribirimizi yer dururuz. Dinlemek yerine söz keserek konuşmayı tercih eder, doğru bildiğimiz zihinsel kalıplarımızı özellikle çocuklarımıza aktarmak için elimizden geleni yaparız. Sonuç; maalesef hiç de iç açıcı olmaz.
Peki böyle bir ortamda varolmak ve bu sürece katkıda bulunup fayda yaratmak adına kendimize dönüp baktığımızda nelerin farkına varıyoruz?
Zorlukların ve engellerin üstesinden gelmeye ne kadar cesaretimiz var? Cesur olmanın tanımını nasıl yapıyoruz?
Bu deneyimi yaşatmak adına kendimize ne kadar şans tanıyoruz?
Yüzlerce belki binlerce kere başarısız olup ama yılmadan başarana kadar denemeye, hayalimizin peşinden koşmaya ne kadar fırsat veriyoruz?
Yaptığımızı eleştirmeye, yaptığımızın eleştirilmesine ve daha iyi yapmanın yollarını keşfetmeye ne kadar yakınız? Bize ne kadar tanıdık geliyor?
Tüm sorularımın cevaplarını düşündüğümde içimden gelen sesin söylediklerine kulak veriyorum:
“Yeni nesillere daha yaşanır bir dünya bırakmak ve daha sağlıklı büyümelerini güvence altına almak için, biraz ön yargılarımızdan kurtulup olanı olduğu gibi görebildiğimiz, “olması gerekiyor" demek yerine “olanı olduğu haliyle kabul ediyorum" diyebildiğimiz bir dünya diliyorum.
“Başarı & Hedef odaklı" olmak yerine “Deneyim odaklı" olmayı tercih ediyorum."
Bu vesileyle beni kendime bir adım daha yaklaştıran sevgili aileme teşekkür ediyor ve tadı damağımda, gönlümde, ruhumda kalan bu keyifli yaz akşamını sevgiyle anıyorum.