1961 yılı. Dünya tarihine geçecek olan Domuzlar Körfezi çıkarmasının üzerinden henüz birkaç ay geçmiştir ve esirlerin serbest bırakılması için görüşmeler sürmektedir. Aynı günlerde Nazım Hikmet, yaklaşık altı ay önce evlendiği Vera Tulyakova ile Paris’tedir. Bu yolculuk balayı niteliğindedir. Paris’te kırk gün kalırlar. Nazım Hikmet, Mayıs ayında Dünya Barış Komitesi adına Fidel Castro’ya Barış Ödülünü vermek üzere Havana’ya gider. Ülkeye adım attığında kendini devrimci çoşkunun doruğunda bulur.
Nazım Hikmet, Vera Tulyakova’ya ithafen yazdığı “Saman Sarısı" isimli uzun şiirinin bir bölümünde, Küba’da yaşadığı çoşkunun etkisiyle Abidin Dino’ya o tarihi soruyu sorar :
“ Küba’dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı miyon kişi akı karası melezi ışıklı bir
çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeği güle oynaya
Sen mutlululuğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı
balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat?"
Türk Tarih Kurumu, mutluluğu ;
“ Bütün özlemlere, bütün isteklere eksiksiz bir biçimde ve sürekli olarak erişilmekten duyulan kıvanç durumu "
olarak tanımlar. Bu tanım ile devam ediyorum mutluluk yolculuğuma. Çünkü merak ediyorum. Koskoca Nazım bile Abidin Dino’ya sormuş; mutluluğun resmini çizmesini istemiş. Demek ki o kadar kolay tanımlanabilecek bir şey değil mutluluk.
Mutluluk Nedir? üzerine dünya çapında yapılan bir araştırmada, farklı kültürlerde yaşayan insan topluluklarının bu soruya verdikleri cevaplar, mutluluğu keşfe dair yaptığım yolculuğun en değerli bilgilerini verdiler bana.
Mutluluk Nedir?
“ Mutluluk, bizim için, yiyeceğe ve küçük bir parça toprağa sahip olmaktır. Ve gece gündüz elektriği olan gerçek bir yerde yaşamaktır. Çünkü elektrik çocuklarımızın hayatına ışık verir."
“ Mutluluk, çocukların eve gelişidir. Bu bir annenin mutluluğudur. Bir kocanın eve gelişi, gülümsemesi ve 33 yıllık evlilik hayatından sonra bir öpücük vermesi. Bu kadının mutluluğudur. Mutluluk, torunlarımın anneanne demelerini duymaktır. Bunu söylediklerinde yaşlı hissedersiniz, ama bu da mutluluktur. Sabah kalktığında hiç bir yerin ağrımıyorsa bu da mutluluktur. Ve herşeyin ötesinde mutluluk yaşamaktır, hayatta olmaktır."
“ Yağmur yağdığında çok mutlu olurum. Süt içtiğimde, sevdiğim şeyleri yediğimde ve kilo aldığımda çok mutlu olurum. Yağmur ve soğuktan koruyan bir kulubedeysem mutlu olurum. Ve bana güzel şeyler söyleyen sevdiğim erkekle beraber uyuduğumda mutlu olurum."
“ Sadece tekerlekli sandalyede olmak ve onunla dünyayı gezerek edindiğim deneyimle hayatı farklı açılardan gördüm, yaşadım, öğrendim. Ve kabul etmenin en büyük mutluluk olduğunu farkettim. Zihinsel olarak oldukça güçlüyüm. Bunun tek sebebi, fiziksel olarak bacaklarımı kaybetmiş olmamdır. Gözlerim daha keskin ve kulaklarım çok daha iyi duyuyor. Böylelikle bedensel anlamda kendimi şanslı hissediyorum. Şöyle ki, hayatı çok fazla analiz etmiyor ya da sorgulamıyorum. Hayatta gezinip hep doğru zamanda doğru yerde olabiliyorum. Her zaman harika işler başıma geliyor. Bu durumda kendimi çok şanslı hissediyorum. Şunu biliyorum ki, bu durum şansa, büyünün gücüne ve iyiliği hayatın içine çekmeye inanmaktan geliyor. Öyleyse Tanrı şu an bizzet karşıma çıksa ve dese ki:
“ Bruno, bacaklarını geri veriyorum, ancak 13 yıldır öğrendiğin her şeyi geri alırım."
Ona derim ki:
“ Bacaklar, sen de kalsın..."
Ve mutlululuk beliriyor gözümün önünde ;
Yaşadığım zaman ve mekandan bağımsız, geçmiş ve gelecekten öte, kalbimde, zihnimde, ruhumda, bedenimde ve şu an’da karşımda ZUHAL’i görebiliyor, sesini duyabiliyor, kokusunu alabiliyor ve ona dokunabiliyorum.
İyi ki varım, yaşıyorum, deneyimliyorum, öğreniyorum ve yaşadığım her an’ın tadını çıkararak mutluluğun resmini hayal edebiliyorum...
Abidin Dino, koca Nazım’ın sorusunu cevapsız bırakmamış. Mutluluğun resmini çizememiş ama gönlünden geçenleri dizelere dökerek anlatmış :
“ Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna’nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
Hasretle kucaklayabilseydim
Seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
Kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik meserret kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
O günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız,
Anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi
Bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tual yeterdi;
Ne boya...