Amerikalı bir köşe yazarı olan Erma Bomdeck kanser hastalığından ölmeden önce bir yazı kaleme alır. Bu onun son yazılarından biri olmakla birlikte hayata dair muhteşem notlar sunar;
“Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim."
Bu repliği, televizyon kanalları arasında gezinirken takıldığım “Yol Ayrımı" filminde başarılı bir iş adamını canlandıran Şener Şen’in, yaşamını sorgulama sürecini değerlendirirken duydum. Duyduğum an sanki beynimde bir ışık patladı, gözlerim karardı, ayaklarım yerden kesildi. Kendimi aynı cümleyi söylediğim 10 sene önceki halimde buldum. Yaşadığım tam anlamıyla bir dejavuydu...
Kendimi bildim bileli çok çalışkan, azimli, pes etmeyen ve işi her daim önceliğine alan biriydim. Hatta mesaiye kalmadığım zamanlar kendimi o gün çalışmadım gibi hisseder; eve geldiğimde kızımı uykuya yatırdıktan sonra bile mutlaka bilgisayarı açar mail kontrolü yapardım. Tıpkı Yol Ayrımı filminde Şener Şen’in yaptığı gibi.
Bir gün bir şey oldu. Her zaman yaptırdığım ve her daim olumlu sonuç aldığım sağlık kontrollerim bu sefer her zamanki gibi çıkmadı. Doktorumun elindeki test sonuçlarını benimle paylaşırken yüzünde gördüğüm endişe, kaygı, biraz korku ve biraz da şaşkınlık dolu ifade hali dün gibi aklımda.
Veee sonuç; göğsümde bir kitle teşhis edilmişti, hemen ameliyat olmam sonrasında da ciddi bir tedavi sürecine girmem gerekiyordu. Öncelikle çok şaşırdım, endişelendim, korktum. Dedim ki böyle bir şey nasıl olabilir? hatta acaba bu durum gerçek mi yoksa rüya mı diye kendime sorduğumu bile hatırlıyorum. Asla pes etmeyen, azimli, çalışkan ve işi her daim önceliğine alan Zuhal için, harekete geçme vakti gelmişti. Hemen yaşadığım bu sağlık sürecini iş planlarıma nasıl adapte edebilirim diye düşündüm.
Ameliyat ve iyileşme süreci ile birlikte bir ay işe gitme şansım yoktu. Ama tedavi sürecinde, her 21 günde ilaç alınan, toplam 8 kürden oluşan kemoterapi tadavisini ayakta geçirebilirdim. Yapabilen insanların olduğunu okumuş hatta doktorumla da konuşmuştum. Doktorum bu önerimi şaşkınlıkla ve hayretle dinlemiş, okuduklarımın çok özel durumlar olduğunu ve benim için böyle bir şeyin olamayacağını çok net bir şekilde ifade etmişti. Peki Zuhal bunu dinlermiydi? Tabi ki hayır 😊...
İlk kemoterapi seansımı alıp evime geldiğimde kendimi çok iyi hissediyordum. Tüm ailemin gözleri üzerimdeydi. Her an bir şey olacakmış gibi üzerime titriyorlardı. Oysaki ben ertesi günün sabahında işe gitmek için hazırlıklara başlamıştım bile. Ne eşimi, ne ailemi kimseyi dinlemedim ve ertesi gün işe gittim.
Yaptığımın ne kadar cesur ama bir o kadar da saçma ve anlamsız bir şey olduğunu öğle saatlerine doğru bedenimden gelen sinyalleri duymaya başladığımda anladım. Gözlerimi açtığımda hastaneydim. İlk gördüğüm endişe ve kaygı dolu gözlerle bana bakan doktorum oldu. Tabi sonrasında tüm ailem.
Kültürümüzde çok güzel bir atasözü vardır; “Bir musibet bin nasihatten daha iyidir" diye. Gerçekten zorlukların içinden geçmeden, pişmeden, yanmadan, acıyı yüreğinde hissetmene izin vermeden değişimin olmayacağını, olamayacağını o zaman çok iyi öğrendim. O günden sonra bir daha tam olarak iyileşinceye kadar işe gitmedim.
Ve o günden bu yana nefes aldığım her an’ımda; 10 aylık iyileşme sürecimde yaşadıklarım, deneyimlediklerim ve öğrendiklerimin farkındalığı ile avazım çıktığı kadar kendimi ve yaşamı çok sevdiğimi haykırıyorum.
“Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim.
Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim.
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım.
Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim.
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.
Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, yerler leke olacak diye korkmazdım.
Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım.
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.
Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim.
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum.
TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.
Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım.
Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim. Bu o kadar nadir bir olay ki. Mucize gibi bir şey...
Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla “Önce git ellerini yüzünü yıka" demezdim. Onlara daha çok “Seni seviyorum", ondan da daha çok “Özür dilerim" derdim.
Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu.
Dikkatle bak. Gerçekten gör. Yaşa. Vazgeçme.
Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç.
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi.
Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım.
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için şükredin.
Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor.
Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz."
ERMA BOMDECK